Herşeyin fiyatına har gün zam gelen bir ülkede yaşar olduk.
Devlet akaryakıt fiyatlarına her gün zam yaparsa, kira, elektrik, gaz faturası altında ezilen, aldığı ürünlere her gün zam gelen esnaf ne yapacak?
Bugün bir lokantada yemek yiyorsunuz. Yarın, aynı lokantada aynı yemeği aynı fiyata yiyemiyorsunuz...
Dünden bugüne en az 5 TL daha fazla hesap ödemek zorunda kalıyorsunuz.
Lokantacıya mı kızacaksınız? Haksızlık olur…
Adamın maliyeti artınca ne yapacak? O da sizden çıkartacak…
………….
Bu ortamda herkes ister istemez 5 liranın (eskiden yazının burasında 5 kuruşun denirdi. Ama artık kuruş falan kalmadı) hesabını yapar hale geldi..
Kaliteyi aramayı bıraktık. Ağız tadını, alışık olduğumuz zevkleri aramayı bıraktık.
İster istemez ucuzu arıyoruz…
İster istemez cebimizdeki paranın alım gücünü düşünerek hareket ediyoruz.
Ucuza yöneldikçe (ki o da ucuz değil) kalite düşüyor...
Ucuza yöneldikçe mideniz bozuluyor, sağlığınız bozuluyor.
Ama başka çare yok…
…………………
Eskiden belli günlerde belli lokantalara gitme alışkanlığım vardı…
Yıllarca her cumartesi günü öğlen vakti Adem Baba’ya gittim. Adem Baba’nın kesip, Başol Bey’in servis ettiği muhteşem döneri yedim…
Kızılay İş Merkezi’ndeyken de Adem Baba’ya gittim, sonra Fethiye Caddesi üzerinde ara geçitteki bir binanın ikinci katına taşındı, orada da hiç aksatmadım.
Adem Baba dükkanı kapattı, rahmetli oldu…
Her cumartesi günü aynı saatte Kapanönü’ndeki Barkın Atakan’ın işlettiği Kebapçı Memduh’a gittim… Keyifle İzmit’in en kaliteli, en lezzetli dönerini yedim.. İlhan Usta kesti, İsmail servis yaptı…
Çok eskiden (İzmit o zamanlar İzmit’ti), canım kaliteli tencere yemeği çektiğinde Orhon’ların sahibi olduğu Alemdar Lokantası’na gitti.
Sonra, Hürriyet Caddesi’nde Faruk Emil’in sahibi olduğu Saray Lokantası’na gittim..
Bazen Köfteci Behçet’i (özellikle lahana turşusu zamanı) canım çekti, gittim..
Bazen rahmetli Ferruh Ağabey’in sohbetini özledim, Kebapçı Memduh’a gittim.
Izgara’nın başındaki Dilo (Dilaver Usta) köftemi, pirzolamı pişirirken, dışarıdaki masada Ferruh Öven’le, Savaş Poyraz’la sohbet ettim.
Akşam oldu, canım anason kokusu burnumda tüttü, rahmetli Ahmet Küçükörs ile birlikte Geçit’e gittim, Balıkçı Hamdi’ye gittim..
Kaliteli ve lezzetli yemekleri cebimden bir servet ödememe gerek kalmadan yedim, keyiflendim.
………..
Şimdi manevra alanım çok sınırlı… Bulunduğum yerden yürüyerek, rahmetli Yaşar Bayan’ın kurucusu olduğu Bursa Kebapçı’sına kadar gidemem.
Altımda arabam yok, Kapanönü’ne, Barkın’ın işlettiği Kebapçı Memduh’a gidemem…
Gün batıp, kendi kendime “Haydi Abbas, vakit tamam” desem, tek başıma bir meyhaneye gidemem.
Sadece yemek yerken değil, evin mutfağına yiyecek alırken de durum aynı.
Eskiden, evin bütün şarküteri alışverişini Aladağ’dan yapardım...
Sorgusuz sualsiz, “Şu peynirden, bu tereyağından, şu pastırmadan, Apikoğlu Sucuk’tan” der, Aladağ’ın sarı torbasını doldurup çıkardım.
Sonra Aladağ kapandı. Bir süre Evin Şarküteri’nin, Faruk Ağabey’in müşterisi olmuştum.
Yıllar sonra Peynirci Nizamettin Çetin’e evrildim.. Tezgâhın arkasından bir kalıp “Sezai” isterdim.
Evde rakı mezesi olacak peyniri ayrı, kahvaltılık peyniri ayrı alırdım. Kalamata zeytin, köyden gelmiş günlük tereyağı, bitmeden yetişebilmişsem günlük kaymak…
Nizamettin Çetin’in yeşil torbasını doldurup, eve götürürdüm.
Haftalık et alışverişi Kapanönü’nde kasap Osman Kuyu’dan yapılırdı. Bonfile, pirzola, köftelik ayrı, dolmalık ayrı iki parça kıyma...
Kimi hafta canım çeker, rostoluk et, kimi hafta kalın dilimler halinde kesilmiş antrkot.. Kasap Osman’ın dükkanından kırmızı poşeti doldurup çıkardım…
……………….
Ne günlermiş o günler… Para değildi.
Şimdi, şarküteri ve kasap alışverişlerimizi biraz daha hesaplı olduğu için İzmit Belediyesi’nin Çınar Market’lerinden yapıyorum.
Zaten öyle eskisi gibi bir dükkana girip poşet doldurmak mümkün değil.
Bol sebze alıyorum. Sık sık balık…
Rakı masasını Geçit’te değil, evde kuruyorum..
Çok pahalı oldu her şey sevgili dostlar… Üstelik, daha da pahalı olacağı söyleniyor.
Et üreticisi perişan, süt üreticisi bitmiş... Meyve, sebze üreten çiftçi ağlıyor.
Bir de her gün mazota zam geliyor.
Ama ekonomiden sorumlu Nebati, “Biz Ortodoks ekonomi projeleri uyguluyoruz. Dünyanın en iyi ekonomisi oluyoruz” diye ortalarda dolaşabiliyor.
…………
Günlük öğün sayımı ikiye indirdiğimi geçenlerde yazmıştım. Hafta içinde bir sabah yine kahvaltı yapmamışım. Öğlen vakti şekerimin çok düştüğünü, karnımın çok acıktığını hissettim.
Çalıştığım yerin yakınlarında bir kebapçı var. Nefis kebap yapıyor. Ama 85-80 TL...
Yine yakınlarımda güzel bir dönerci var. Ama bir porsiyon döner 80-100 TL.
Kebap ya da döner yesem, o gün için cebimde sigara alacak para belki kalmayacak.
Bir lokanta gözüme çarptı; “Üç kap yemek 30 TL” yazıyor ışıklı tabelasında. Kendimi içeri girmiş buldum.
Mercimek çorba, nohut, pilav... Su ve bir parça ekmek de var. Self servis tepsisi ile kasaya gittim.
Hakikaten hesap 33 TL… Karnımı doyurduktan sonra sigara param da kalacak cebimde.
Tepsimi alıp oturdum. Masada peçete bile yok. Dükkan dolu…
Genç öğrenciler, memur tipli insanlar, polisler, işçiler ucuz lokantayı doldurmuşlar.
Porsiyonlar küçük ama lezzet fena değildi. Hala 30-40 TL’ye bir öğün yemek de mümkün... Zaten TÜİK de enflasyon hesabı yaparken bunları dikkate alıyor.
Ama hayatımızın kalitesi bitiyor sevgili dostlar…
Aladağ’dan pastırma, Osman Kuyu’dan bonfile, Nizamettin Çetin’den peynir alırken, ucuzcu lokantada az porsiyon nohutla yetinmek zorunda kalabiliyoruz…
Ucuz etin yahnisi dedikleri bu olsa gerek.
İyi pazarlar...