Şükürler olsun. Bir Pazar gününe daha sağlıkla eriştik.. Bugün, sürekli okurlarım benden keyifli bir yeme içme yazısı bekliyordur.
Ama devir, eski devir değil.. Bu devirde keyifli bir yeme-içme eylemi artık çok büyük lüks haline geldi.
Bazen düşünüyorum.. İyi ki bu kentte 1960’lı 70’li yılları bir çocuk; 1980’li 90’lı yılları bir genç; 2000’li yılları bir yetişkin olarak yaşama şansını elde etmişim.
Benim çocukluğumda da, gençliğimde de, yetişkinliğimde de mutluydu bu ülke, mutluydu bu şehir…
Şimdi ihtiyarlık (hadi olgunluk diyelim) yıllarımızda, geçmişin güzelliklerini hatırlayıp, anarak kendimizi mutlu hissedebiliyoruz.
………………….
Bu yazıyı yazmak için kafamı çok zorladım.. Kendimi geçmişe götürdüm..
Biliyorum, şimdi benim yazacaklarımı hatırlayan, bu yazdıklarımı yaşamış insanların sayısı çok azaldı. Ama bugünkü nesillere bu kentte çok önemli değerlerin bulunduğunu, bu kentte geçmişte çok daha güzel ve ucuz yaşanabildiğini anlatmak, bir bakıma tarihe not düşmek de gerekiyor.
Mesela, Sanat Okulu’nun karşısında, Cengiz Topel Caddesi’ne açılan sokağın hemen başında, köşedeki binanın merdivenle inilerek girilen zemin katında Hüsnü Baba Lokantası vardı.
Tabelası bile olmayan bir lokanta…. 4-5 masalı… Hüsnü Baba, oğlu Mahir ile birlikte işletirdi. Çok lezzetli, pabuç gibi köfte hazırlar, sulu sulu pişirirdi. Her gün kuru fasulye ve pilav menüde bulunurdu.
Hemen her gün, üniversitedeki arkadaşlarım Başar ve Hakkı ile Hüsnü Baba’ya uğrar, yemek yemesek bile selam verirdik.
Kimi günlerde, öğlen vakti rahmetli Rıdvan Alyörük’le, çok değerli İzmit büyüğü Kemal Kaya ile burada karşılaşırdık.
Hüsnü Baba’nın lokantasında bira, rakı da vardı. İsteyen adam gibi yemeğin yanında içkisini içer, isteyen sadece köftesini veya kuru-pilavını yiyip giderdi.
Hüsnü Baba vefat etti. Dükkanı oğlu Mahir bir süre daha işletti, sonra kapandı.. Hala oradan geçerken o günleri o lokantayı hatırlarım.
Ben hala bu kentte, bu dönemde yaşayan en şanslı insanlardan biri olduğuma inanıyorum. Ama artık çok fazla dışarıda yemek yiyemiyorum. Hem ekonomik boyutu var. Hem de gidip rahatsız edilmeden oturabileceğiniz kaç mekan kaldı
Geçen hafta salı günü, Köfteci Behçet’in Ulugazi karşısındaki çarşı şubesine gittim.
Buranın sahibi Kasap Osman Kuyu, Tuğrul ile beni iki kez davet etmiş, salı ve cuma günleri taktıkları dönerden ikram etmişti. Geçen salı davet olmadan kendim gittim.
Dükkanın ustası Kenan, salı ve cuma günleri gerçekten mükemmel döner takıyor. Tavsiye ederim.
Çarşamba günü çok keyifli bir gün oldu. Birlikte Özgür Kocaeli Gazetesi’ni kurduğumuz Nazif Çanakçılı ve Hazım Özbay ile Geçit’te buluştuk.
Uzun süredir Geçit’e gitmemiştim. Özlemişim. Üç eski ortak olan bizi bir araya Tuna Çanakçılı getirdi. 3-4 saat çok keyifli bir sohbet ortamında Muharrem Usta ise Sezgin’in elinden çıkmış, Tayfun tarafından servis edilen mükemmel lezzetleri tatma imkanı buldum.
Perşembe günü bu kez “Dinazorlar Grubu” dediğimiz grupla Kuru Fasulyeci Ziya’da buluştuk.
Metin Karan, Ali Gündoğdu, Uğur Uludağ, Murat yoldaş, Tuğrul Kırankaya...
Kent yerel medyasındaki yeni hareketliliği konuşurken, kuru-pilav ziyafetinin içine gömüldük.
Bu haftaki ev sahipliğini Uğur Uludağ üstlendi, grubun sürekli elemanı Ahmet Serimer, mazereti nedeniyle katılmadı.
…………..
Artık evinizde bile şöyle keyifli, biraz gösterişli bir yemek masası hazırlamak çok büyük maliyet... Dışarıda bir şey yemek çok büyük lüks...
Dışarıda basit bir kahvaltının kişi başına maliyeti 150-200 TL’yi buldu.
Geçen gün oğlumun doğum günü nedeniyle eve giderken bir küçük pasta almak istedim. Vitrinden seçtiğim frambuazlı en küçük pastayı işaret ettim, paketlettim.
Kasaya geldi, 50, hadi bilemediniz 60 TL isteyecekler diye bekliyorum. O küçücük pasta 200 TL olmuş.. Az kalsın, cebimdeki para yetmeyecek, pastayı vitrindeki yerine geri koyduracaktım.
Şimdi, temmuz ayı başında emeklilere, memurlara, asgari ücrete zam gelecek diye bir beklenti var ya... Zam gelse ne olacak?
Eskiden de enflasyon vardı. Hatta zaman zaman şimdikinden çok daha yüksek enflasyon rakamları görmüştük… Daha sıkıntılı dönemlerden de geçtik.
Ama insanlık da vardı… Böyle çirkin siyaset ortamı, böyle adaletsizlikler, bu kadar yaygın magandalık, böylesi kahpe cinayetler falan yoktu.
İyi ki, 1950’lerde doğmuşum.. İyi ki 60-70’lerde çocuk, 80-90’ylarda genç, 2000’lerde olgun bir insan olarak bu kentte yaşamışım.
2000’lerin başında doğup şimdilerde bu kentte genç olanlara, hele hele şimdilerde bu kentte çocuk olup önünde çok uzun yıllar bulunanlara emin olun acıyorum..
Umarım ülkemiz ve şehrimiz mümkün olan en kısa zaman dilimi içinde geçmiş güzel günlere geri dönmenin umutlarını yeşertebilsin…
İyi pazarlar dilerim.